Kapitalist Kırmızı Kazak

Yayınlama: 02.02.2023
Düzenleme: 02.02.2023 02:52
207
A+
A-

Tek parti döneminin  ardından 1950 yılında yapılan seçimlerde yüzde 50’nin üzerinde oy alarak iktidara gelen Adnan Menderes ve ekibi, 1960 askeri darbesine kadar 10 yıl görevde kalmış, S.S.C.B’ ye karşı Türkiye’yi NATO üyesi yaparak ABD saflarında Kore’ye Türk askerini göndermişti. Yurdun genelinde ise anti-komünist politikalar uygulayarak aydınları ve halkı zapturapt altına almıştı. 1960 askeri darbesine kadar devam eden bu politikalar darbecilerin iktidardan el çektirmeleri ile son bulmuş, Adnan Menderes ve partinin milletvekilleri için zorlu bir süreç başlamıştı. Tutuklanan DP’liler Yassıada mahkemelerinde yargılanmış,  devrik başbakan ve iki bakanını  darağacına götürecek olan yolu, çeşitli yolsuzluk dosyaları açmıştı. Köpek davası, Vinileks şirketi davası, dolandırıcılık davası, arsa davası, Barbara davası, örtülü ödenek davası…

Türkiye’de sağ iktidarların yolsuzluk ile anılmaya başlayacakları, adeta yolsuzluğun geleneksel hale gelip genlerine kadar işleyeceği bir dönemin başlangıcının da ilk adımları atılıyordu.

1980 askeri darbesi ile demokrasi yine kesintiye uğramış, ardından yapılacak olan seçimlerde Turgut Özal’ın Anavatan Partisi’ne iktidar verilmişti. Hemen sonrasında İstanbul Belediye Başkanı seçilecek olan Bedrettin Dalan,  tüm sivil toplum ve meslek kuruluşlarının karşı çıkmasına rağmen Üsküdar sahilini imara açmış, İstanbul’un güzel manzarasını bozacak olan Gökkafes projesine imar izni vermişti. Hakkında yolsuzluk iddiaları gündeme gelmiş ve tüm dosyaları meclise taşınarak Araştırma Komisyonu kurulmuştu. “Benim memurum işini bilir” anlayışıyla rüşvetin ve yolsuzluğun önünü açan ANAP için bu ne ilk ne de son dosya olacaktı.

45 yıl Türk siyasi hayatına damgasını vurmuş olan Süleyman Demirel, “Verdimse ben verdim” sözüyle Egebank ve İlksan yolsuzluklarının üzerini kapatmış, hayali ihracat zengini olan, bankaların içini boşaltan akrabaları Türkiye’nin gündemini hayli meşgul etmişti. Demirel Çankaya Köşkü’ne doğru yol alırken ilk kadın başbakan seçilen Tansu Çiller popüler olduğu dönemde mal varlığına ilişkin araştırma önergesi verilmesi ile gerçeklerin ortaya çıkmasını engelleyememiştir. ABD’de otel, alışveriş merkezi ve villalardan oluşan milyar dolarlık gayrimenkulü tespit edildiğinde mal varlığını şehit yakınlarına bağışlayacağını söylemiş fakat bu sözlerin hepsi havada kalmıştır.

90’lı yıllar… Yugoslavya etnik çatışmalar ile çalkalanırken Bosna’daki İslamcı hareketler Refah Partisi ile dirsek temasındaydı. İnsani Yardım Vakfı aracılığı ile Bosna’ya yardım paraları toplandı. Toplanan trilyonlar yerine iletilmediği gibi RP’nin kasası olarak bilinen meşhur Süleyman Mercümek’in banka hesaplarında ortaya çıktı. Mercümek’in hesabındaki paralar RP’nin örgütlerine pay ediliyordu. Kayıp Trilyon Davası sonunda Necmettin Erbakan 2 yıl hapse mahkum oldu.

1997 yılında Mesut Yılmaz liderliğinde kurulan koalisyon döneminde TMSF bünyesindeki Türkbank, Korkmaz Yiğit’e satıldı. Bu özelleştirme ihalesinin arkasında çıkan ilişkiler hükümetin istifa etmesine neden oldu.

17/25 Aralık 2013’te 4 bakanın ve iş adamlarının adının geçtiği rüşvet ve yolsuzluk operasyonları nasıl ülkenin yıkıma gittiğinin en yakın örneği.

Yolsuzluk ve rüşvet ile ilgili çok sayıda benzer örnek vermek mümkün. Burada ilginç olan nokta sağ iktidarların gelenekselleştirdiği, içselleştirdiği yolsuzluk, rüşvet ve adam kayırmaların sağ seçmen kitlesi üzerindeki yansıması. Sağ seçmen ideolojik yapısı ve partiye aidiyet duygusu ile değerlendirme yaptığından  “Çalıyorlar ama çalışıyorlar” cümlesine sıkışıp kalıyor ya da iktidarların yolsuzluk kültürü onları da sarıyor.

Toplumun büyük bir kesiminin bu denli kurumsallaşmış yolsuzluk ve rüşvet olayları karşısında tepkisiz kalmasının en temel nedeninin oy verdikleri partiyle olan sıkı aidiyet bağlarının olduğu aşikar.
“Kol kırılır yen içinde kalır, baş yarılır fes içinde kalır” düşüncesiyle milyar dolarlık usulsüzlüklerin örtbas edilmesine çanak tutarlarken, bu olayların aydınlatılması ve hesap sorulması için üzerine giden kesimleri adeta linç etmektedirler. Hatta bu konu üzerinden karşı tarafta yakaladıkları en masumane ihtiyaçları farklı bir zemine yerleştirerek saldırıya geçmekte, 1500 TL. ye alınan bir “KIRMIZI KAZAK” savunulan ideolojinin zıttı olarak yansıtılmaya çalışılmaktadır.

Eşitliğin, özgürlüğün, adaletin ülkesini yaratmak isteyen TİP’in Genel Başkanı Erkan Baş’ın giydiği kırmızı kazak sosyal medyada paylaşılarak, nasıl olur da kendisini ve partisini sosyalist olarak tanımlayan bir siyasetçi 1500 TL değerinde Amerikan malı bir kazak giyer yaygaraları koparıldı. Tepkilerin artması üzerine Erkan Baş yaptığı açıklamada; “Kazağı aldığımda 1500 TL değildi, son zamanlardaki fahiş fiyat artışları ile bu rakama geldi” diyerek iktidarın ekonomi politikalarına bir göndermede bulundu.

Kapitalist Kırmızı Kazak

Ne olmasını bekliyordunuz? Meclis çatısı altında olan bir partinin genel başkanı ve milletvekili olan Erkan Baş’ın palas pandıras kıyafetlerle mi gezmesi gerekiyor? Hitap ettiği ve etkilemek istediği toplulukların karşısına sersefil bir durumda mı çıkması ideolojisi ile uyuşuyor? Sizler, Karl Marx ve Friedrich Engels’in üzerlerinde işçi tulumları, ellerinde orak-çekiç ve malalarla mı gezdiklerini düşünüyordunuz?

Yazıya ne ile başladık nereye geldik?

Ne zaman ki körü körüne bağlandığımız ya da çıkar uğruna hayatımızın merkezine koyduğumuz ideolojilerden ve ön yargılarımızdan uzaklaşırsak yaşadığımız dünyanın bir anlamı olacak. Hepimizin alıp giyebildiği kazağı giyeni değil de “tüyü bitmemiş yetimin hakkını yedirmeyiz” diyerek her haltı yiyenleri sorguladığımızda ahlaklı bir toplum olacağız.

REKLAM ALANI
Bir Yorum Yazın

15 − 14 =

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.