Sıcak bir yaz gecesiydi. Uykuya geçmenin oldukça zor olduğu saatlerde, içimde ki huzursuzluk iyice artmıştı. Sabah oldukça yoğun bir iş tempom olduğu için zorla, döne döne uyuma çalışmıştım. Kaç saat uyudum bilmiyorum, arkadaşımın beni silkelemesiyle, panikle kalktım yataktan. Doğduğum, yollarında yürüdüğüm, denizine girdiğim kentim tüm sevdiklerimle birlikte yerle bir olmuştu.
1999 yılında, teknolojinin biraz daha geride olduğu ama insanlığın önde olduğu yıllardaydık. Gölcük merkezde doğup büyümüştüm ama askeriyenin düzeni, yaşadığım kentin her dokusuna işlemişti. Biz düzenli ve temiz bir kentin yaşayanlarıydık. Kurallarımız vardı, mahallemizde yaşayanları tanırdık. Ve gerçekten bir kahvenin kırk yıl hatırı vardı o zamanlarda.
Sonra ne oldu? Çok şey oldu… Deprem anından sonra geçen zorlu süreç sırasında ve sonrasında kentimiz yağmacılarla, kentimizin dokusuna uymayan insanlarla doldu. Depremi yaşayanlar bir battaniye bulamazken onlar battaniyeleri stok yaptılar. Sevdikleri, evleri, arabaları paraları bile kaybolmayan bazı açgözlüler enkazdan çıkan insanlardan daha çok yardım almaya çalıştılar. Gölcük ve çevresinin nüfusuna kayıtlı olmayanlar, sahte belgelerle orada yaşadıklarını ispatlayıp para ve daha birçok şeyin yardımını aldılar. Kısacası bir anda yıkılan kentimin dokusu kısa bir zaman diliminde darmadağın oldu. Altınlar, paralar ve belki daha dün alınan maaş çalındı enkazdan. Bizim insanlarımız öldü… Gelenlerse kentin dokusunu bozdular çünkü onlara uymayan bir kültürün içine gelmişlerdi.
Yıl 2023, bilim adamlarının sesi ne yazık ki siyasilere yenik düştü. Zevkle izlediğimiz ve bilgilendiğimiz tartışma programlarının yerini, saçma sapan diziler ve güzel haber bültenleri aldı. Yani bilginin posasını bile ekrandan alamaz olduk. Şimdilerde televizyonların içi boşaldığından, İmkanlarımız dahilinde bilgiyi özel TV kanallarından ve okuyarak elde etmeye çalışıyoruz. Artık sadece ekmek değil bilgide aslanın midesine indi. Bilim susturulunca, cehalet onun yerine geçti.
6 Şubat 2023 gecesi ülkemiz, belki yüzyılın en büyük depremini yaşadı. Gece gelen deprem insanları yine uykuda yakaladı. O anki panikle yatağından fırlayan yorgansız ve battaniyesiz insanlarımız, arada bir yere sıkışıp kaldı ve belki de hipotermiden hayatını o anlarda kaybetti. Yatağından çıkmayan, yorganı battaniyeyi başına çekerek yerinde kalan kimi insanlarımızsa yaşamaya devam etti, onca zorluğa rağmen kendisini ısıtacak malzemeleri vardı. Ve en önemlisi insanların hepsinin cep telefonlarının olmasıydı… Ama telefonun işe yaramadığını TV ekranlarından yansıyan görüntü ve bilgilerden öğrendik. 21. Yüzyılın teknolojisi ile 18. Yüzyılın enkazı altında kaldı insanlarımız. Sevdiklerimizden, tanıdıklarımızdan, televizyon ekranlarından duyduk yardım çığlıklarını. Ama siyaset hep bilimin önünde olduğu için ne yazık ki en sonunda sosyal medya yasağı getirdi. Çünkü insanlara yardım etme beceri ve gücü yoktu.
Ülkemin on güzel ili, içindeki birçok güzel insanıyla anılara karıştı… Kahramanmaraş, Gaziantep, Hatay, İskenderun, Malatya, Diyarbakır, Kilis, Adana, Osmaniye ve Şanlıurfa. Ve bu on güzel ilin çevresinde var olan her şey yerinden oynadı. Önce hastaneler, okullar, havaalanları ve ulaşımın tek çaresi yollar çöktü. Önce en gerekliler elden gidince hepimiz aynı sonuca vardık… sonucu zaten hepiniz biliyorsunuz.
Deprem uzmanı Naci Görür’ün ısrarla deprem öncesi sessizlikte bölgeye dikkat çekmeye çalıştığını hatırlıyorum. Ama sistemsizlik ve anlattıkları kulak arkası edilince umursanmadı yılların hocası. Öldük, yıkıldık, enkazda kaldık… Bu coğrafyanın insanları olarak çok acı çektik ve çekmeye devam ediyoruz. Giden canlarımızın sayısının bu olmadığını biliyoruz. 99 depreminden ders alınmadığını, çöken yoların sorumlularını hepsini hepimiz biliyoruz…
Deprem ülkesi Japonya yaralarını sarmayı bilimle akılla başarmış bir ülke olarak tüm dünyaya depremin kader olmadığını kanıtlamış bir ülkedir. Aklın yolunda, 21. Yüzyılda insanımıza, hayvanımıza, bitkimize, toprağımıza, havamıza sahip çıkmayı hala öğrenemedik. Bence Japonya’nın öncülüğünde tüm dünya deprem alanında bilgilendirilmeli ve dünyanın yaşadığını, canlı olduğunu hiç kimse unutmamalı.
Yaşamamız için bize her şeyi sunan mavi yeşil mini küreciğin dokusunu bozmaktan artık vazgeçelim. Dağlarını oyup durmayalım, derelerin yollarını değiştirmeyelim, fay hattı üzerine ev yapmayalım, denizi ve dere yataklarını doldurmayalım, sahte onay raporları hazırlamayalım, imar afları getirmeyelim, deprem geçirmiş binayı yıkalım güçlendirmeyelim… En büyük sanatçı doğanın döngüsünü bozmayalım, bozmayalım ki dünya daha yaşanır hale gelsin. Dünyanın sesi doğayı dinleyelim, derelerin şarkılarını, denizin dalgalarını, rüzgarın uğultusunu…
Yaralarımızı nasıl ve ne zaman sararız bilmiyorum. Ama doğa ananın bize kucak açmasını ve yaralarımızı sarmak için bize yardım etmesini istiyorum. Geçmiş olsun sevgili ülkem…
Her değişime ayak uyduran doğanın bilgeliği ve Sanatın ışığında yeniden görüşene dek sağlıkla ve sevgiyle…