Artık klişe hale gelen fakat futbol üzerine söylenmiş en güzel sözlerden birisi olan, Simon Kuper’in meşhur “Futbol asla sadece futbol değildir” sözünü düşünüyorum bu aralar. Seçim nedeniyle bin parçaya bölünmüş Türk halkını bir transfer hikayesinin birleştireceği kimin aklına gelirdi? Ne acılarda ne de mutlulukta birleşebilen, millet olma özelliğini her geçen gün daha fazla kaybeden toplumumuz 18 yaşındaki Arda Güler‘in transferiyle mutlu olmayı yeniden hatırladı. Futbol bu yüzden sadece futbol değil işte.
Futbolun sosyolojisiyle ilgilenen pek kimse kalmadı bugünlerde. Eskiden Radikal Gazetesi’nin spor ekinde Tanıl Bora gibi bu işin üstatları kalem oynatırdı. Futbolun sadece kazanma odaklı, başarıya mecbur bir endüstri haline gelmesiyle futbolu futbol yapan hikayeler de yok olmaya yüz tuttu. Radikal Gazetesi’nin de yok olduğu gibi… Ne demişti Karl Marx? “Katı olan her şey buharlaşıyor…” Tekelci kapitalizmin her yere olduğu gibi futbola da kar hırsıyla saldırmasıyla futbol, ezilen halkların mutluluğu olma payesini kaybederek bir zengin eğlencesine dönüştü. Benim gibi futbol romantiklerine de burada bağlanacak bir hikaye kalmadı tabii.
Tuttuğum tek takım olan, Anadolu futbolunun devrimcisi Eskişehirspor’un amatör lige düşmesi, borç batağında debelenmesi bu dönüşümün ispatı niteliğinde. Bursaspor’un, Kocaelispor’un, Sakaryaspor’un, Karşıyaka’nın, Göztepe’nin ve nice köklü Anadolu çınarının içinde bulunduğu durum göz önüne alındığında futbolda neler kaybettiğimiz ortaya çıkacaktır. Süper Lig, artık Türkiye’nin farklı şehirlerini, farklı renklerini temsil eden bir lig olmak yerine mahalli İstanbul ligine dönüştü. Genel olarak bakıldığında futbol kamuoyu bundan rahatsız değil. Söz gelimi bir Fenerbahçe taraftarı Eskişehir’e ya da Kocaeli’ye deplasman yapmak yerine Kasımpaşa ile oynamayı tercih ediyor. Böylesi hem kulübün finansal dengeleri açısından daha az maliyetli, hem de dişli bir Anadolu şehrinde puan kaybetme riski yok.
Bir zamanlar İtalyan sosyalistlerinin takımı Livorno’yu Adana’da ağırlayan; Che pankartlarıyla, orak-çekiçli bayraklarla süslü tribünleriyle Türkiye’de hayata soldan bakan herkesin büyük sempati duyduğu Adana Demirspor’un durumu da ayrı bir hüzün kaynağı. Adana Demirspor artık o toprak sahaların, çamur deryalarının, adı unutulan kasabaların takımı değil; Türkiye’deki en büyük sermaye gruplarından birisinin takımı. Sol değerler karın doyurmuyor, şimdilerde Avrupa Kupaları heyecanı yaşıyor Mavi Şimşekler. Taraftarı mutlu, eski günleri hatırlayan bir avuç futbol romantiği var yalnızca. Başarı olmayınca içi boş gurur avutmuyor artık kitleleri. Eskişehirspor taraftarlarının “ne şanın kaldı ne de şöhretin / avutmuyor artık şanlı geçmişin…” bestesi durumu ne de güzel açıklıyor.
Yazıya Arda Güler ile başlamıştım, tekrar oraya dönerek bitireyim. Ankara Altındağlı bir çocuğun Real Madrid formasıyla tüm dünyanın ilgisini çekmesi nerden baksan gurur kaynağı. Hele ki bu çocuğun henüz 18 yaşında ve doğru dürüst sahaya bile çıkmadığını düşünürsek, bundan sonrası için neler olacağını düşünmek nefes kesici. Evet bu hikayenin içinde de milyon eurolar var; fakat Arda’nın gözlerindeki heyecan, ailesinin haklı gururu bu milyon euroların önüne geçerek ortaya bambaşka bir hikaye çıkarıyor.
Her şeyi ölçülebilen, sayılabilen bir meta haline getiren kapitalizm, futbolcuları milyon eurolarla ölçülen ve alınıp satılabilen bir meta haline getirdi. Küçük çocuklar bile futboldan bahsederken, “dünyanın en pahalı futbolcusu”, “transfer rekoru”, “ucuza gitmiş” gibi sıfatlarla anlatıyor bu güzel oyunu. Oysa benim çocukluğumda bu milyon euro mevzuları değil hikayeler daha çok değer görüyordu. Şimdi Arda Güler bana o hikayeleri tekrar hatırlattı. Dilerim Arda’nın başladığı bu müthiş yolculuk hep gururla, mutlulukla ilerler. Bu çocuğun gözlerindeki mutluluk Türkiye‘de son zamanlarda bakmaya değer tek şey oldu belki de. O mutluluğa tutunalım, çok şeyi kaybettik bari bu çocuğun gözlerindeki ışıltıyı kaybetmeyelim.